Nazım Hikmet’in çocukluk arkadaşı Vala Nurettin hakkında KitapHaber Dergisi’nin 6. sayısı için araştırma ve okumalar yaptığım esnada okuduğum yapıtlardan biri Vala Nurettin’in üçüncü eşi Müzehher Va-Nu’nun “Bir Dönemin Tanıklığı” adlı kitabıydı.
1987 baskısı kitabı halk kütüphanesinden aldım. Zarar görmemesi için yüksek itinayla, deyim yerindeyse gözümden sakınarak okudum. Kitabın 224 ve 225. sayfalarında Yunanistan ve Türkiye arasında yapılan mübadele hakkındaki satırları daha bir dikkatle okudum.
Kitabın yazarının Antalya’daki portakal bahçelerinde geçen çocukluğuna ait anılarında Dimitri’den söz etmişti. Mübadele kapsamında Yunanistan’a giden, uzun yıllar sonra turistik gezi izniyle burnunda tüten toprakların ülkesi Türkiye’ye gelen Dimitri’den… Müzehher Hanım’ı İstanbul Salacak’taki evinde ziyaret eden Dimitri’den…
Dimitri, Anadolu’da yaşayan Rum halkı ve mübadeleden söz eden bölümü aynıyla buraya naklediyoruz.
“Atla gidip geliyordum okula. Önceleri babam götürüp getiriyordu. Sonra beni Dimitri’ye havale etti. Dimitri 20 yaşlarında vardı sanıyorum. Ona ayrıcalık tanınmıştı evde. Evin oğlu gibiydi. Evdeki yardımcıydı. Önceleri beni şeker kamışı tarlalarının sınırı boyunca götürüp getirerek ata binmeye alıştırmıştı. Bir gün babam sınavdan geçirdi; herhalde kırık not almamış olacağım ki atı bana teslim etti. Şafakla çiftlikten ayrılırdık. Komşumuz, Osman Ağa adında Antalya ‘da ünlü bir kişiydi. Onun iki kızı ve bir oğlu vardı. Onlar da atla giderlerdi okula. Yol kavşağında buluşurduk, kafile halinde şehire varırdık. Dimitri ve onların adamları adları alır götürür, akşam getirirler bizi okul kapısında beklerlerdi. Olağan sayıları da o devirde böyle haller.
Dimitri’nin üzerinde durmam gerekiyor. Mübadele sırasında babam onu Yunanistan ‘a göndermemek için her kapıya başvurdu. Ama hatırlı dostlarının da hiçbiri bir şey yapamadı. Gitmemek için koca Dimitri ağlıyor, babamın ayaklarına kapanıyordu. Kendi dilini bilmezdi; zaten bahçıvanlar da kendi aralarında Türkçe konuşurdu, çoğu Rumca bilmezdi.
Hele kadınlarını bizim kadınlarımızdan ayıramazdınız. Evde yapılacak ince işler onlara havale edilirdi. Babamın gömlek yakalarını kolalar, davet yemeklerinin çoğunu onlar yapar, babamın misafirlerine onlar hizmet ederdi. Yıllık çeşit çeşit reçelleri de onlar yapardı. Antalya bölgesinde hemen her meyveden reçel yapılırdı. Bizler reçeli Rumlardan öğrenmişizdir. Hala bizim köylü reçel bilmez, yemez de. Anadolu’da da reçel yoktur.
Bizim evde küçük yeşil turuncu ve yeşil cevizden kırk gün suları değiştirerek reçel yapılırdı. Portakal çiçeklerinden… Bergamottan. Vanilyalı patlıcan reçelini ve karanfilli fıstıklı asma kabağı reçelini Rumlar yapardı. Sakız reçelleri ise hala ünlüdür .
Rakı da çıkarılırdı çiftlikte, kara üzümden, yasak değildi. Babam Ankara’daki dostlarına bile kendi rakısından hediye gönderirdi Pek sevilirmiş onun rakısı. İmbik bile gözümüzün önündedir, dere kıyısında. Depo dolusu kara üzümün yıkanıp fıçılarda ezilişi… Yıllık peynirlerimizle Rumlar yapardı. Ortakların, çiftçilerin karıları, kardeşleri… İtiraf etmeli ki, bazı açılardan bizimkilerden daha uygardılar.
Hepimiz Dimitri’yi severdik. Dimitri benim koruyucum, benim oyun arkadaşımdı. Omzuna oturur, çıkamadığım ağaçlardan bana yemiş toplatır; çakısıydı tahtadan kayık oyar, direk diker yelken yapar, nar ağaçlarının debinden geçen arkta birlikte yüzdürürdük. En çok sevdiğim böcekhaneydi. Koza yapan ipekböceklerinin seyrine doyamazdım ama kuru dallardaki beyazlı sarılı kozaları da herhalde koparırdım ki, oraya girmem yasaktı. Ancak dut yapraklarını toplayan Dimitri sokabilirdi beni böcekhaneye.”