Amerika’da bir üniversitenin yaptığı araştırmaya göre yoğun bakım hastaları favori şarkılarını dinlediklerinde kaygı eşikleri üçte bir oranında düşmekteymiş. 2013’de Hollanda’da yapılan bir diğer araştırmadaysa günde 30 dakika sevdiği müziği dinleyen kalp hastalarının damarlarının genişleyerek iyileştiği tespit edilmiş. Hatta sevilen şarkılar egzersiz esnasında dinlenirse dolaşım sisteminde daha geniş çaplı bir iyileşme oluyormuş. Çünkü müzik dinlemek kandaki nitrik oksit üretimini artırarak kan damarlarının genişlemesine yardım ediyor, esneklik sağlıyormuş.* Ben de kendi metabolizmam üzerinde yaptığım son araştırmada; Amerikalı ve Hollandalı araştırmacıların vardığı tüm sonuçların Nihat Sırdar dinlediğimde gerçekleştiğini tespit ettim.😊
Yıllardır her sabah saat 07:00 de Nihat Sırdar’ın sesini duymazsam; neden yok, ne oldu acaba, hasta mı oldu, bir aksilik mi var? demeye başlarım. Eğer her sabah olduğu gibi onun sesini duymuşsam sinirleri alınmış et gibi rahatlayarak güne başlarım. Yani onu “Severek dinliyorum”.
Nihat Sırdar ‘ın hayat boyu en çok duyduğu cümle “Severek dinliyoruz.” muş. Eminim öyle çünkü ben de onun için bu cümleyi sıklıkla dile getiriyorum. Bir defa yayın saatleri benim yaşantımla çok uyumlu. Gün içinde herhangi bir yayının dinlenmediği işyerime giderken sabahları, eve dönerken akşamları bana eşlik ediyor. İstanbul trafiğini çekilir kılıyor. Bir de Balkan göçmeni olması özelliği var ki bunu “kan çekiyor” diye açıklamak mümkün. Aynı yıl dünyaya “merhaba” dememizle aynı kuşağın benzer yaşanmışlıklarını hafızamızda muhafaza etmekse onu dinlememin diğer sebepleri.
Artık “Severek dinliyorum.” cümlesinin yanında “Severek okuyorum.” u ekledim zira Nihat Sırdar‘ın 3 tane kitabı var. İkinci kitabı “Severek Dinliyoruz” 208 sayfadan oluşuyor ve bir nefeste bitiyor. Tıpkı sabah 07:00 ile 09:00 aralığındaki radyo programı gibi. Koskoca 2 saatin nasıl geçtiğini anlayamadığım radyo programını dinliyor gibi çabucak bitiyor kitap. Okurken kulaklarda Nihat Sırdar’ın sesi var gibi oluyor. Adeta kitabı onun sesinden dinliyoruz. Yani kitabı okuyor musunuz dinliyor musunuz anlamak güç.
Kitabının arka kapak tanıtımında; “…Nihat Sırdar; samimi, eğlenceli, zaman zaman hüzünlendiren bir dille hikâyelerini anlatıyor. Bu anlatımda kendinizden mutlaka bir şeyler bulacaksınız… Bu kitabın içinde turneler, oteller, yayınlar, seyahatler, üzüntüler, sevinçler var. Bir fotoğrafın içinden çıkan sayısız hikâye, anı var. Birçoğumuzun geçmişindeki ortak anılar bazıları. Kimisini okurken “ben de” diyeceğiniz anlar, anılar…” denilmiş. Gerçekten de arka kapakta yazdığı gibi oluyor. Okurken anılarınıza uzanıyorsunuz. Zaman zaman çocukluğunuzu, bazen de ilk gençlik yıllarınızı hatırlıyorsunuz. Çünkü 70’lerin ikinci yarısıyla 80’lerin başında doğanların farklı bir jenerasyon olduğunu düşünenlerdenim. Mutlu, şaşkın, öfkeli, eğlenceli, sıkıntılı, kederli, hüzünlü fakat daima umutlu… Kısaca kendi hayatı ekseninde hayattan kesitleri sunduğu ikinci kitabıyla okurunu zaman kapsülünde yolculuğa çıkartıyor.
Nihat Sırdar Kimdir?
Resmi internet sitesindeki bilgide; “Nihat Sırdar 1976’da İstanbul’da doğdu. Makine Ressamı olmak için okudu ama radyocu oldu. 1993 senesinden itibaren 12 yıl Best FM’de, 8 yıl Alem FM’de ve 5 yıl Show Radyo’da “Nihat’la Curcuna” ve “Nihat’la Sivrisinek” programlarını hazırlayıp sundu. Vatan, Takvim ve Akşam gazetelerinde köşe yazarlığı yaptı. 2000 yılından beri “İyi Uykular Türkiye”, “Sivrisinek Dedin De Aklıma Geldi” ve “Bütün Kazlar Toplandık” isminde sahne gösterileriyle 1000’den fazla kez sahneye çıktı ve çıkmaya devam ediyor.” bilgilerine yer verilmiş. Buzdağının görünen yüzüne ait verilen (bir anlamda “mütevazı”) bilgilere bir okuru ve dinleyeni olarak naçizane şu ilavelerde bulunabilirim: 2019’da kuruluşunda görev aldığı Kafa Radyo’da sabah ve akşam canlı radyo programları yapmayı sürdürüyor. Hem yurt içinden hem yurt dışından yaptığı canlı yayınların bazılarını 1982’de Topkapı Otomarsan Fabrikasında üretilmiş “Efsane” adlı 302’nin içinden yapıyor. Birçok dinleyicisi o olmadığında yerini dolduramıyor, başka program dinleyemiyor. Devekuşu Kabare ve Ferhan Şensoy’un hayatında önemli bir yeri var. Onun için geçmişin önemli gülümseticilerinden biri Gırgır Dergisi. İlkokul öğretmeninin veli toplantısında annesine “ileride spiker olacak bu çocuk” dediği müthiş öngörüsü devamında sunumunu üstlendiği okul müsameresinde iyi ki sıkı sıkıya tutmuş o mikrofonu.
Canlı yayın aracında gerçekleştirdiği yayınların reklam aralarında sevenlerini selamlayarak hasbihal edip fotoğraf çektirir deneyimli radyocu. Çok defa gittim yayın aralarında onu görmeye. Sabah akşam günümün 4 saatine eşlik eden sesin yüzünü ilk gördüğümde yıl 2013, yer Fulya’daki bir benzin istasyonuydu. Sonrasındaysa; AVM ‘lerde, sponsorluğunu üstlenen firmaların bayilerinde, imza günlerinde, 10 Kasım’da Dolmabahçe Sarayı’nın önünde gördüm… Kadıköy Halk Eğitim Merkezi’nde ilk defa sahnede izlediğimde kulaklarımızda sivrisineğin sesi vardı. Sürekli güncel tutulan, mevcut düzeni sorgulatırken karnımıza kramp girene kadar güldüren gösteri provasında bizi kabul ederek büyük nezaket sergilemişti.
TRT İstanbul Radyosu dinleyicilerinin gönüllerine taht kuran Orhan Boran’ın muhteşem vantrologluk kabiliyeti sayesinde yarattığı radyo talk show ikilisi “Orhan Boran ve Yuki” den esinlenerek başta çok spontane oluşan Nihat’la Sivrisinek öyle çok beğenildi ki 1997’den bu güne devam etmekte. Bunca zaman yayında olmasına rağmen sadece sesi duyulan sivrisineğin kim olduğu ise hala merak konusu. Kadıköy Halk Eğitim Merkezi’nde izlediğimiz o akşam kimliğini öğreniriz umuduna boş yere kapıldığımız sivrisinek hakkında basına yansıyan haberlerde bazen Mehmet Ali Erbil‘in bazen Süheyl Uygur’un adı geçti. Ancak durum netlik kazanmadı. Program yaklaşık 30 yıldır yayında ve artık bendeniz de dijital olarak deforme edilen sesin sahibinin kim olduğunu öğrenme çabalarıma son verdim. Bu konuda tıpkı bizim evin salonunda Erol Evgin tablosunu bekleyerek “Bir gün Erol Evgin’in bir tablosu burada olacak, inanıyorum.” diyen duvar gibiyim. Fakat yaz aylarında kolumu ısıran sivrilerin üzerine “Paaat!” diye vururken aklımdan geçmiyor da değil. Haaa bir de; programın dinleyicilerinden birinin henüz konuşmayı yeni çözmekte olan oğlunu yuvadan alıp eve götürdüğü bir akşam radyoyu açmaması üzerine “Baba, inatla sivrisinek yok mu bu akşam?” demesini…
Severek Okudum
2016’da “Otuzbeş’i Beklerken” adlı ilk kitabını, 2018’de “Severek Dinliyoruz” ‘u, 2022’de “Babalar ve Oğulları” nı okurun ilgisine sundu Nihat Sırdar. Okumakta olduğunuz yazının konusu ikinci kitabı “Severek Dinliyoruz”.
Bu gün 26 Haziran 2023 Pazartesi, öbür gün Kurban Bayramı’nın ilk günü. Bir Balkan Esintisi Ailesi olarak bayram tebriğimizi Nihat Sırdar’ın kitap değerlendirmesiyle yapmayı ve 1.5 günlük idari izinle 9 güne uzayan bayram tatilinde okuma önerisinde bulunmayı uygun bulduk. Bir nevi bayram şekeri niyetine…
Bir Balkanlı olarak kitabında bahsettiği aile tarihi bir bakıma ülke tarihini yansıtmakta ve Balkanlardan göçün mikro düzeyde fotoğrafını çekmektedir. Ailesinin Türkiye’ye göç etme hikayesine şöyle anlatmış; “ Babamın babası Mehmet Dedem 1957’de göçmüş bu dünyadan. Onun için de dede demek benim için Rami Aga demek. Şimdi Makedonya sınırları içinde kalan, o zamanın Yugoslavya’sında Pirlepe kentinde doğmuş. Dedem genç yaşta çalışmak için ayrılmış doğduğu yerden ve yolu Derventalı Halepoviçlerden Fahire’yle buluşmuş. Evlenmişler ve benim maceram orada başlamış. Çünkü ilk çocuk annemmiş. Sonra teyzem ve dayılarım. Yugoslavya’da sıkça yer değiştirmişler. Dağılan demir perde ülkelerinde yaşanan ekonomik sıkıntılar orada da varmış. Göçmeye karar vermişler annemlerle birlikte. Tüm hazırlıklarını yapmışlar, az kalan eşyalarını bavullara koymuşlar ve sonraki gün için, gidenlerden Yugoslavların rahat ettiği, iş bulduğunu öğrendikleri Rusya’da karar kılmışlar. Dedem bilet almak için istasyonuna gidince Rus trenlerinde günlerce bilet olmadığını öğrenmiş. Bir sonraki gün, bir sonraki, daha sonraki derken kızmış ve “Yarın hangi trende yer var?” diye sormuş biletçiye. Ve kaderimin bin ince çizgisi daha o gişede alınan İstanbul biletleri ile çizilmiş oraya. Bursa’daki akrabaları akıllarına gelmiş. Türkiye’ye o yıllarda giden göçmenler genelde Bursa ve civarına yerleşiyor, İstanbul’da yeni yeni göçmen mahalleleri oluşmaya başlıyormuş. Epey uzun bir tren yolculuğu ile İstanbul’a ulaşan, oradan Bursa’ya geçen dedemler dönemin tenhalığından her halde çabucak Türk vatandaşlığına geçmişler ve Erdur soyadını almışlar. Pirlepeli Ramiz artık Ramiz Erdur olmuş. Bursa’da başlayan Türkiye macerası kısa zaman içinde İstanbul’a taşınma ve Davutpaşa’ya yerleşme ile devam etmiş.” (Son Pirlepeli adlı bölüm syf.187-188)
“Sekiz yaşındayken Bosna’ya gittiğimizde annemin Brcko’daki teyzesinin yanında kalırken mahallenin çocukları ile Bosna Nehri’ne girmişliğim vardır.” diyerek ömrü boyunca unutamadığı Balkan seyahatinden bahsetmektedir. (Bir Paşalının Su ile İmtihanı adlı bölüm syf.23) Kıymalı, patatesli, ıspanaklı, ısırganlı el açması bürekleri, tatlı hurmaşitsayı, Samatya Meydanında dedesinin açtığı “Tito’nun Yeri” adlı meyhaneyi, ananesi Fahire Halepoviç’in kızdığı zamanlar söylediği Boşnakça kelimelere yer verirken bereketli elleriyle Boşnak kadınının maharetlerine vurgu yapar; “Bürek ve tüm hamur işleri ananemin asıl uzmanlık alanı olmakla birlikte iki dakikada bulduğu pratik çözümlerle beni kendine aşık ederdi.” (Trenli Teyze bölümü syf.204)
Ananesine ve Balkan mutfağına dair bilgilerin bulunduğu kitabın “Trenli Teyze” isimli bölümünde Türk kahvesinden bahsettiği satırlardan alıntı yapmak demek sitemizde ilk defa yer alan Nihat Sırdar’la 40 yıllık bir sürecin başlamasını umut etmek demek: “Çiğ kahve çekirdeklerinin içine konduğu küçücük penceresi olan baca benzeri bir alet vardı. Bir tarafında kısa diğer tarafında uzun bir çubuk olan bu kutuyu mangalın üstünde çevirerek uzun uzun kavururdu ananem. Etrafı saran kavrulmuş kahve kokusuna doyamadan bu kez el değirmeninde çekilen kahvenin kokusu bastırırdı ortalığı. Kahve kavrulduktan sonra bildiğimiz Türk kahvesi şeklinde içilmezdi. Büyük iki cezvenin birinde kahve pişer diğerinde süt kaynardı. Küçük fincanlarda uzun uzun sohbet ederek sütlü kahve içerlerdi ananem ve arkadaşları. Bosna’da bir eve misafir oluşanız kahvenin halen bu şekilde ikram edildiğini görebilirsiniz. (syf.205)
Kendisini “müzmin muhalif” olarak tanımlayan Sırdar’ın en gıpta edilesi özelliklerinden biri hafızasının gücüdür. Hiçbir şeyi unutmayan fil hafızalar vardır ya işte onlardan biridir o. “Bir gün Candaş’ın televizyon programına eski bayramları konuşmak için davet edildim, muhtemelen fil hafızalı olduğum ve yakın tarih bayramlarını hatırladığım için. Diğer konuklar Zeki Alasya ve Aydın Boysan’dı.” diyerek kendisinin de farkında olduğunu dile getirdiği bu özelliğinin verdiği etkiyle olayları karşılaştırmalı olarak irdeler ki bu durum onu okuyanı da dinleyeni de “maşallah” demeye teşvik eder. (Devekuşu adlı bölüm syf.37)
Sonuç
Yukarıdaki bölümlerde değinilen nitelikleri gereği; özellikle yolculukta veya tatilde okumak için ideal bir kitap Severek Dinliyoruz. Ortak anılara yolculuğu ve hayal kurmayı garantileyen kitabın yazarının her yaştan seveni çok. Yaşının hayli ilerlermiş olduğunu, ünlülerle fotoğraf çektirmeyi anlamsız bulduğunu, bereketli ömründe ünlülerle fotoğraf çektirme fırsatlarının Nihat dışındakilerinin tamamını elinin tersiyle ittiğini yayına SMS göndererek ileten bir Nihat fanı gibi.
Nihat Sırdar dinleyicisi olmayan birinin, giriş bölümüyle birlikte 25 bölümden oluşan kitabı okuduğunda onun ilgi odaklarının; radyo, otomobil, yemek, seyahat, mikrofon ve sahne tozu olduğu çıkarımında bulunması muhtemeldir. Ardından ilk arabasının adının “Kibar” olduğunu, “Kokocuyuz” adlı bölümde Makedon ustalardan öğrenilmiş taktikle imal edilen kokorece olan sevgisini de. Tenekeden çıkartılırken kırılan peynirlerin “kırık peynir” adı altında satıldığından söz ederken “Yaşadığı yer insanı büyütür, yetiştirir, olgunlaştırır, hayata hazırlar. O yüzden nerede büyüdüğün, kimlerle büyüdüğün, komşuların, arkadaşların, semtin mühimdir.” demektedir.
“Paşalı Olmak” adlı bölümün 93.sayfasında büyüdüğü semtle gurur duyduğunu sözlerine ekleyerek Kocamustafapaşalı olmayı anlatır. Derman Bayladı’nın “Anılarda Kalan Bir Semt- Kocamustafapaşa” adlı eserini nasıl büyük bir ilgiyle okuduğundan bahsettiği satırlar mimar Cengiz Bektaş’ın “Bir Yerli Olmak” adlı kitabını hatırlatır okura. Bir de aynı bölümde “kan çekmesi” olgusuyla açıklanabilecek husus var ki o da Üsküplü Yahya Kemal Beyatlı’nın satırlarıdır. Biz de bu mısralarla sonlandıralım yazımızı:
“Koca Mustâpaşa! Ücrâ ve fakîr Istanbul!
Tâ fetihten beri mü’min, mütevekkil, yoksul,
Hüznü bir zevk edinenler yaşıyorlar burada.
Kaldım onlarla bütün gün bu güzel rü’yâda.
Öyle sinmiş bu vatan semtine milliyyetimiz
Ki biziz hem görülen, hem duyulan, yalnız biz.”
*https://www.365gun.com/zihin-dengesi/mucizevi-bir-terapi-yontemi-muzik-dinlemek
Severek Dinliyoruz
Nihat Sırdar
İnkılap Yayınları
208 sayfa
2018 – İstanbul